Barışın önündeki engel: Eşitliği hazmedememek

Prof. Büşra Ersanlı, Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve aynı zamanda Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) aktif bir üyesi ve partinin Akademik Danışma Kurulu üyesi. 2011’de bir KCK operasyonunda gözaltına alınan Ersanlı 9 ay tutuklu kaldı. Türk tarih tezini ele aldığı ‘İktidar ve Tarih’ adlı kitabının yanı sıra yayımlanmış derleme ve ortak yazarlı kitapları, pek çok makalesi olan siyaset bilimi ve siyasal tarih uzmanı Ersanlı’nın ilgilendiği konular arasında Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de yer alıyor. Geçen Salı günü Ersanlı’nın da aralarında yer aldığı 114 aydın, yazar ve gazeteci, barış süreciyle ilgili endişelerini ve önerilerini içeren

‘Barış İçin Özgürlükçü Demokrasi’ başlıklı bir metni kamuoyuna açıkladılar. Prof. Ersanlı ile halen PKK’nın sınır dışına çıkılmasıyla devam eden barış sürecini konuştuk.

 

• Barış sürecini bugün gelinen nokta itibariyle nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de daha iyi bir hayat standardı arzusuyla yaşanmakta

olan bir dönemi,

hedef değil de süreç olarak adlandırmak

son derece pozitif

bir tutum. Bizim siyasi kültürümüzde,

yaşanan bir dönemin

hedef olarak algılanması,

özellikle siyasi iktidar ve

o iktidara özenen küçük iktidarlar

açısından bir kilitlenme

yaratıyor. Bu süreç kelimesinin

önüne demokratikleşme

kelimesini de koyarsak çok daha

iyi olur. Bu dönemi liderlerin

adıyla tanımlamak, mesela

‘İmralı süreci’ demek hoş

değil, çünkü protokol düzeyinde

yaşanan iyileşmeler aslında

hedefe kilitlenmiş ve

toplumu uzun vadede tatmin

etmeyecek bir tercihtir.

Bu nedenle ‘İmralı süreci’

yerine ‘barış süreci’ denilmesini

önemsiyorum.

• Süreçte gördüğünüz yanlış

ya da eksiklikler neler?

Bu sürecin eksiği, kadınların

sürece yoğun bir şekilde

katılmıyor oluşudur. Dünyadaki

bütün barış süreçlerinde

en kilit rolleri oynayanlar

kadınlardır, çünkü çatışmalardan

en çok etkilenen

onlardır. Özellikle kadınların

sürece resmi düzeyde katılımı

çok önemli.

• Resmi düzeyde katılımdan

neyi kastediyorsunuz?

Resmi düzeyde katılımdan

müzakerelere katılımı

anlıyorum. Ancak maalesef

süreçte şu ana kadar böyle bir

kadın katılımı görmedik.

Maalesef Türkiye’de pozitif

veya negatif bütün süreçlere

bir erkekler topluluğu egemen.

• Deniyor ki “Sürecin ilk

aşamasındayız. Bu da silahsızlanma

aşamasıdır.

Bu dönemde fazla şeffaflık

bekleyemeyiz.”

Dünyadaki barış süreçlerinde

de bunun geçerli

olduğu söyleniyor. Buna

katılıyor musunuz?

Toplumların iyileşmesi için

yapılan herhangi bir şeyin

şeffaflık dışında yapılması

bence çok zararlı. İnsanlar

ancak sürece katıldıklarını

hissederlerse değişirler, iyileşirler.

Yoksa gizli kapaklı yapılan

şeyler, ortadan kaldırılmak

istenen düşmanlık gibi ve

karşı tarafın niyetinden şüphe

gibi duyguları körükler.

Şeffaflık ise insanları yüzleşmeye

teşvik eder; içinde yaşanılan

koşulların alternatiflerini

düşünmeye yönlendirir.

Gizlilik, Türkiye’de Kürt gerçeği

konusunda yıllardır sürdürülen

sansürle iyice cahilleşmiş

kitleleri daha çok şüpheye,

düşmanlığa ve intikam

hissine iter. Barış süreci gibi

hassas bir konuda mümkün

olduğunca en geniş şeffaflığa

ulaşılabilmek için mücadele

etmeliyiz. Yönetici seçkinler

de bu konuda çaba göstermeli

ya da çaba göstermeye zorlanmalı.

Bu süreçte şeffaflık

olmazsa bunun adı zaten politika

olmaz.

• Ne olur?

Çete hesaplaşması olur. Ya

da kısa vadeli dar menfaat hesaplaşması

diyebiliriz.

• İçinde yaşadığımız süreç

buna mı benziyor?

Bazı noktalarda böyle olabilir

ama her şey açık konuşulmadığı

için bu tür tanımlar

yapmakta da güçlük çekiyoruz.

Hükümet önüne çok

çeşitli hedefler koymuş durumda.

Uzun vadeye yayılan

hedefler söz konusu.

• Mesela?

2023, 2053 ve 2071 hedeflerinden

söz ediyorlar.

2023 Cumhuriyet’in yüzüncü

yılı, 2053 İstanbul’un Fethi’nin

600. yılı ve 2071’de

Türklerin Anadolu’da siyasi

hâkimiyet kurmalarının bininci

yılı olarak kurgulanıyor.

Bu iddia, “Bu ülkenin bütün

varlıklarına, insan, hayvan,

bitki, bütün varlıklarına ancak

bizim düşüncemiz, dünya görüşümüz

sahip olabilir” anlamına

geliyor. Ki bu gerçeklikle

hiç uyuşmayan bir şey.

Yani sadece taraftarına ezeli,

ebedi bir kuvvet verme ruh

halinin bir yansıması bu, oysa

bu futbol değil! Bu ruh halinin,

siyasetle, demokrasiyle,

çoğulculukla hiç ilgisi yok. Bir

düşünce sistemi, 2023, 2053

ve 2071’i kilitlenilmesi gereken

ruhani ve maddi bir hedef

olarak koyuyorsa, diğer

her şeyi bu hedefler doğrultusunda

kurguluyor demektir.

• Hükümetin sözünü ettiğiniz

hedeflerine Kürt siyasetinin

olumlu baktığına

dair kamuoyunda

yaygın bir izlenim var.

Öcalan’ın ve Sırrı Sakık

gibi BDP’li siyasetçilerin

bazı açıklamaları bu

kanıyı güçlendirdi. Bu

tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Haklısınız ama bu ülkede

bu sadece Kürt siyasi hareketine

özgü bir durum değil. Bir

siyasi kültür meselesi. Birkaç

yıl önce yapılan “Kürtler asli

unsurdur” tartışması da aynı

siyasi kültürün izlerini taşıyordu.

Öte yandan, Kürtlerin

mücadelesi Türkiye’de demokrasi

umudunun önünü

açtı. Kürt siyaseti olmasaydı,

çoğulculuk bu ülkede protokol

düzeyinde ve içi boşaltılmış

bir şekilde yaşanıyordu.

Mesela medeniyetler arası diyalog

toplantılarında bir siyasetçinin

koluna bir papaz ya

da haham takarak dolaşması

çoğulculuk anlamına gelmez.

Kürtlerin mücadelesi bu yapay

protokol çoğulculuğunu

kırdı.

• Kürt siyasetinin kendi

içinde çoğulcu bir yapı

olmamasına yönelik eleştiriler

var. Katılıyor musunuz?

Bu, hangi noktadan baktığınıza

bağlı. Meclisteki soru

önergelerine baktığınız zaman

BDP’li vekiller, hemen

her sorunla ilgili soru önergesi

verdiler. Türkiye’nin bütün

sorunlarına çoğulcu bir bakış

açısıyla yaklaşan bir BDP var

Meclis’te. Öte yandan bunun

sindirilememiş bir çoğulculuk

olduğunu söylemek

de yanlış değil.

• Sindirilememiş çoğulculuktan

ne kastediyorsunuz?

Tek adam eksenli siyasi

kültürün etkisi elbette Kürt siyasetinde

de var. Ancak içinde

olduğum BDP’nin en çağdaş

ve en demokratik siyaset

yapma metotlarını öğrenmeye

çalışan siyasi bir topluluk

olduğunu söyleyebilirim. Barış

süreciyle ilgili endişe veya

eleştirilerin BDP çevrelerinde

yüksek sesle dile getirilmekten

kaçınılması, süreci tıkamamak

isteğinden kaynaklanıyor

bence. Öte yandan, ülkede

çoğulculuk sindirilmemişse,

demokrasi oturmamışsa,

BDP’nin de bunları tam anlamıyla

oturttuğunu söylemek

zor olur.

• Barış süreci Kürt siyasetinde

çoğulculaşmaya

katkı sağlar mı?

Elbette sağlar. Süreç kavramı

içinden baktığımız zaman

birçok farklı tepkinin biraradalığı

bütün katılımcıları

geliştirir. Diyalog kavramı

resmi olarak devreye girdikten

sonra birlikte çalışma dürtüsünü

güçlendirir. Bu, siyasi

partileri ‘yandaş toplama’ dan

daha öteye taşır.

• Kürt siyasetinin temel

taleplerinin bu süreçte

minimalize edildiği eleştirileri

var. Buna katılıyor

musunuz?

İki savaşan, düşman taraf

varsa zaten onların bir araya

gelmesi iki tarafın da taleplerini

asgariye düşürür. Yıllar süren

çatışma döneminden gelen

düşmanlık ve ağır şüphe

duygularının minimalize edilmesi

için, taleplerin de minimalize

edilmesi gerekir. Öte

yandan, ben bir siyasi hareketin

ülke dışından veya hapishaneden

yönetilebileceğine

inanmıyorum. Ancak Kürt

halkının genel kabulü böyle

olduğu için bu süreç hapishaneden

yönetiliyor bir anlamda.

Ama tamamiyle değil;

bu da bir tür çoğulculuktur,

ayrıca Kürtlerin çoğunluğu

böyle istiyor.

• Yeni anayasa konusunda

umutlu musunuz?

Meclis’teki komisyonda

yüzde 30 oranında uzlaşma

sağlandı. Çoğulculuk, hak ve

özgürlükler konularında geniş

tabanlı bir uzlaşma yok. Kısa

vadede anayasa konusunda

köklü bir değişim beklemiyorum.

• Demokrasisiz barış mümkün

olur mu?

Barıştan ne anladığınıza

bağlı. Barıştan şüphe ve endişe

içinde, bir anlamda diken

üstünde yaşamayı anlıyorsanız,

demokrasisiz barış

elbette mümkün ama bu barışın

çok uzun sürmeyeceği

de bugünden belli. Barıştan

insanların birlikte umutlu

bir geleceğe adım atmalarını

anlıyorsanız o zaman demokrasisiz

barış olmaz.

• Bunun önündeki en

önemli engel ne sizce?

Eşitliği hazmedememek.

Bu da yeni bir sorun değil aslında.

Türkiye’nin yüzyıllardır

sorunu bu. Türkiye’yi

1915’e götüren de budur.

Eşitlenememe, milleti hâkiminin

eşitliği hazmedememesi,

millet-i sadıka ihtiyacı

duymaması. Hükümetin kısa

vadeli çıkarları için bile olsa,

temel hak ve özgürlükler,

yerel yönetimlerin güçlendirilmesi

ve köy koruculuğunun

kalkması gibi üç konuda mutlaka

adımlar atılmalı. Köy

koruculuğunun kalkması çok

gündemde değil ama halk

arasında yaratılan yapay düşmanlıkları

ortadan kaldırmak

için koruculuğun mutlaka

kaldırılması gerekiyor.

• Barış sürecinde ortaya

çıkan ‘Akil İnsanlar’ oluşumunu

nasıl değerlendiriyorsunuz?

Akil insanlar arasında kadın

oranının düşük olması bir

hata ama öte yandan bu oluşumun

çok olumlu bir yanı

var. Bu oluşum içinde kamuoyunda

tanınan, mesleğinde

kendini kanıtlamış birçok

insan var. Bu kişilerin

halkla resmi temsil formatında

görüşmesi çok olumlu.

Diyalogu resmi kanaldan

özendirmek ve devlet desteğiyle

bunu kısa sürede yapmak

olumlu bir şey. Resmi

kanaldan diyalog özendirmek

çok değerli; bugüne kadar

sadece protokol görüntüleri ile

oyalandık. Bu kez sahici bir

diyalogla karşı karşıyayız. Ayrıca

bizim seçkinlerimiz birlikte

çalışmaktan çok hoşlanmazlar,

daha doğrusu bunu

beceremezler. Biz monolog

toplumuyuz. Şimdi onun

yanına diyalog ve birlikte çalışmayı

koyuyoruz. Birkaç

aylığına da olsa bunu göstermek,

üstelik resmi kanallarla

bunu yapmak önemli ve anlamlı.

Ancak medyanın bu diyalogu

topluma yeterince yansıtmadığını

düşünüyorum.

• Türkiye solunda da barış

sürecine karşı soğuk ve

mesafeli bir tutum var.

Neden?

Türkiye’deki sol gruplar

Sovyet sonrası dönemin komünist

partilerine benziyorlar.

Sovyetler Birliği sonrasında

en statükocu, tutucu

partiler, komünist partilerdi.

Türkiye solundaki de bu

tür bir tutuculuk aslında.

Solda şüphecilik adı altında

muhafazakarlık gelişiyor. Sosyalizmi,

hakkıyla çağdaş yorumlarıyla

takip edemediğimizi

düşünüyorum.

• Hükümetin ‘1915’in yüzüncü

yıldönümü olan

2015’e doğru nasıl bir

tutum takınacağını düşünüyorsunuz?

1915’ten başlayarak tüm

katliamları sıraya dizersek hepsinin

ortak aktörü devlettir. Elbette

her katliamın yan aktörleri

de var. Devlet bunların

hepsi için mümkünse zaman

zaman ve yer yer değişen yan

aktörlerin de katılımıyla özür

dilerse, 2023, 2053, 2071 çizgisi

kamuoyunda sempatik

hale gelebilir. Sempatik diyorum,

gerçekçi demiyorum.

Hükümet bunu yapmazsa asla

sempatik olamaz.

• Bunu yapacağına dair

işaretleri var mı?

Bunu yaparsa şaşırtıcı olmaz.

2023, 2053, 2071 çizgisine

manevi sadakat nedeniyle

kapsamlı bir özüre kalkışabilirler