a

12/06/2012 Birgün Gazetesi – Zeynep Kuray

Marmara Üniversitesi (MÜ) Siyaset Bilimi bölümü öğretim üyesi ve kadın hakları savunucusu Prof. Dr. Büşra Ersanlı’yla tutuklu bulunduğu Bakırköy Kadın Tutukevi’nde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamasını konuştuk. Erdoğan’ın her kürtaj yaptıran kadını Uludere vahşeti ile özdeşleştirmesi ile bir yandan “Bedenim benimdir” diyen kadınlar düşmanlaştırılırken, diğer yandan da “Güç esastır, en uç noktaya da giderim, esas olan devlettir” mesajının verdiğine dikkat çekti. Özel hayata müdahalenin ülkeyi totaliter bir rejime sürükleyeceğinin altını çizen Ersanlı, kadınların kendi bedenleri üzerine karar veren erkek siyasetçilere gereken cevabı vermeye devam edeceklerini vurguladı…

12/6/2012 Birgün Gazetesi

PROF. BÜŞRA ERSANLI BİRGÜN’E KONUŞTU:
Her kürtaj Uludere’yi hatırlatacak

Zeynep KURAY / Bakırköy Kadın Tutukevi

Marmara Üniversitesi (MÜ) Siyaset Bilimi bölümü öğretim üyesi ve kadın hakları savunucusu Prof. Dr. Büşra Ersanlı’yla tutuklu bulunduğu Bakırköy Kadın Tutukevi’nde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamasını konuştuk. Erdoğan’ın her kürtaj yaptıran kadını Uludere vahşeti ile özdeşleştirmesi ile bir yandan “Bedenim benimdir” diyen kadınlar düşmanlaştırılırken, diğer yandan da “Güç esastır, en uç noktaya da giderim, esas olan devlettir” mesajının verdiğine dikkat çekti. Özel hayata müdahalenin ülkeyi totaliter bir rejime sürükleyeceğinin altını çizen Ersanlı, kadınların kendi bedenleri üzerine karar veren erkek siyasetçilere gereken cevabı vermeye devam edeceklerini vurguladı.

12/06/2012 Radikal Gazetesi – Koray Çalışkan

Büşra Beste Önder. 21 yaşında. 22’ye nerede basacak onu merak ediyor. Siz bu satırları okurken o Bakırköy Tutukevi’nde. 2 Temmuz’da çıkacağı ilk mahkemeyi bekliyor. Önümde Büşra’nın Türkiye’de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu GİT Türkiye’ye yolladığı sıcacık mektubu. Üzerinde kocaman bir damga: ‘Görülmüştür’. Zannetmiyorum.
………..
Bir küçücük kadın, Büşra, üyesi olmadığı bir örgütün üyesi olduğu için tutuklu. Evi, ailesi belli. Bir kocaman kadın, Büşra Ersanlı Hoca, yeri yurdu belli. Bilmediği bir örgütün üyesiymiş… Aslolan BDP’li oldukları için rehin alınmaları. Biri dolap devirip imtihanına çalışıyor, diğeri kucağında makaleler yazmaya çalışıyor. 2 Temmuz’da ikisi de mahkemeye çıkıyor. Silivri’de. Bir tek şey istiyorlar; öğretelim, öğrenelim. Bir de yeni yaşımıza evimizde girelim. Bu kadar.

11/06/2012 Hürriyet Gazetesi – Ahmet Hakan

GÜCÜN ve güçlünün yanında hizalanmaya özen gösteren goygoycuların hali son günlerde pek yaman…

Ne yapacaklarını, ne edeceklerini bilemiyorlar.

Bu zamana kadar iyi kötü idare ediyorlardı.

BÜŞRA ERSANLI: Dünkü Radikal İki’de yazmış. Cezaevi’nden… Şaka maka 8 aydır içeride Büşra Ersanlı… Yazısında davasını anlatmış. Öyle bir anlatmış ki kısacık bir makale ile hakkında yazılan sayfalarca iddianameyi darmadağın etmiş. Ne darmadağın etmesi? Esaslı bir komedi metnine dönüştürmüş… Yazıyı okurken ferahlamayacaksınız, çok öfkeleneceksiniz. Ama her zaman ferahlamak gerekmez. Bu nedenle “mutlaka okuyun” diyorum…

10/06/2012 Radikal 2 – Büşra Ersanlı

KCK suçlamasıyla tutuklu bulunan Prof. Dr. Büşra Ersanlı, cezaevinden yazdı.

28 Ekim 2011’de gözaltına alındığım andan itibaren esas suçlamanın, BDP Parti Meclis üyeliğim ve tam zamanlı üniversite üyeliğimden arda kalan zamanımı parti faaliyetlerine vermem olduğunu, hemen anlamıştım. BDP ’nin kadınlarının siyasete katılım oranı ve yerel yönetimlerdeki başarı oranı artarken, bu duruma karşı duyulan “kızgınlık”, bana karşı da karalama olarak ortaya çıktı.
“Keceke” denen iddianamenin ve dava dosyasının 50. klasörünün benimle ilgili ana fikri, benim PKK talimatlarını ve Abdullah Öcalan ’ın görüşme notlarındaki talimatlarını, bir “yönetici” sıfatıyla yerine getirmem ve bu konuda “yoğun gayret sarf etmem” olarak görünüyor. Yani PKK yerine BDP olarak düşünmemiz lazım, çünkü PKK üyeliği/yöneticiliği ile ilgili herhangi bir delil yok. Olması da imkansız zaten. Evde bulunan onlarca, yüzlerce toplantı (akademi ve parti eşit ağırlıkta bile değil çünkü akademik alanlar çok fazla yer kaplıyor hayatımda) ve toplantılarda aldığım notlar, derdest edilip çok “eşsiz” kanaatler ortaya konmuş.
Örneğin büyük çoğunluğunu okumadığım ve internet adresime de gelmemiş olan Öcalan görüşme notları alt alta sıralanmış: Bu notlarda yeni Anayasa yapımı ve demokratikleşme konusunda “öneriler” bulunuyor. Ben de yeni Anayasa için BDP Anayasa Komisyonundayım, demek ki talimat alıyorum. Yani demokrasiden bahseden bir Öcalan görüşmesi varsa eğer, benim ve hepimizin hapisten kurtulmak için organik, totaliter bir polis devletini şiddetle savunmamız gerekecek…

Radikal daily, June 10, 2012 Büşra Ersanlı

From the very first moment I was taken into custody on October 28, 2011, I knew that the real accusation against me was my membership in the BDP (Peace and Democracy Party) Assembly and the party activities carried out during the time spared from my full-time work at the university. As the participation of BDP’s women in politics and their success in local governments increasingly grew, the ‘anger’ that this situation gave rise to struck back in the form of defamation against me.

The main idea concerning my person in Folder 50 of the so-called “KCK” indictment and case file is allegedly my carrying out – as a “leading figure” – PKK instructions, as well as those of Abdullah Öcalan cited in his interview notes, and my “great efforts” in this regard. In fact, we need to think of this as BDP instead of PKK, because there is no evidence of my PKK membership/leadership. In any case, such evidence would be impossible to find. The notes I have taken in dozens and hundreds of meetings (academy and party are not even of equal weight here, since the academic field covers a great part of my life) have been reshuffled to put forward ‘matchless’ opinions.

For example, the notes with regard to the Öcalan interviews, most of which I have not read and did not even receive at my internet address, have been listed one after the other as containing “proposals” concerning the new constitutional and democratisation reform process. Since I am also in the BDP Constitutional Commission for the drawing up of the new constitution, this would mean that I receive instructions. Therefore, if there is an interview of Öcalan in which he speaks about democracy, then I and all of us will have to fervently defend an organic and totalitarian police state in order to get out of prison…

June 10, 2012 Radikal Daily, Büşra Ersanlı

From the very first moment I was taken into custody on October 28, 2011, I knew that the real accusation against me was my membership in the BDP (Peace and Democracy Party) Assembly and the party activities carried out during the time spared from my full-time work at the university. As the participation of BDP’s women in politics and their success in local governments increasingly grew, the ‘anger’ that this situation gave rise to struck back in the form of defamation against me.
The main idea concerning my person in Folder 50 of the so-called “KCK” indictment and case file is allegedly my carrying out – as a “leading figure” – PKK instructions, as well as those of Abdullah Öcalan cited in his interview notes, and my “great efforts” in this regard. In fact, we need to think of this as BDP instead of PKK, because there is no evidence of my PKK membership/leadership. In any case, such evidence would be impossible to find. The notes I have taken in dozens and hundreds of meetings (academy and party are not even of equal weight here, since the academic field covers a great part of my life) have been reshuffled to put forward ‘matchless’ opinions.
For example, the notes with regard to the Öcalan interviews, most of which I have not read and did not even receive at my internet address, have been listed one after the other as containing “proposals” concerning the new constitutional and democratisation reform process. Since I am also in the BDP Constitutional Commission for the drawing up of the new constitution, this would mean that I receive instructions. Therefore, if there is an interview of Öcalan in which he speaks about democracy, then I and all of us will have to fervently defend an organic and totalitarian police state in order to get out of prison.

09/06/2012 BiaMag – Mustafa Sütlaş

Düşünce özgürlüğü için 8. istanbul buluşması, aralarında turgut tarhanlı, ahmet şık, ragıp zarakolu, nadire mater, orhan alkaya ve yaman akdeniz’in de bulunduğu çok sayıda konuşmacının katılımıyla bilgi üniversitesi’nde yapılıyor.

“Düşünme” eylem (ve hatta belki de “edim”i) de gerçekten böyle. herkesin “şu konu üzerinde düşüneyim” dediği anlar vardır. ama özellikle “aklı üstün tutan aydınlanmacı bir eğitim alarak yetişen, kuşku duymayı, sormayı ve sorgulamayı öğrenerek yetişen bir insan” için düşünmek nefes almak gibi doğal, alışkanlıktan da öte bir davranıştır her zaman.
ama alınan eğitim ve içinde bulunulan çevre düşünmeyi değil de “inanmayı”, “inandığını, değişmez doğru saymayı” ve dolayısıyla hem o düşünenlere, hem de o düşünenlerin doğrularına “tabi olma”yı öğretmişse; “düşünme” eylemi başkaları tarafından hem de “çok önce” yapılmış, her duruma uydurulabilen sonuçları da her zaman el altındaysa “düşünme” çok da gerekli olmayan bir “faaliyet”e dönüşür. bu yüzdendir ki “düşünce özgürlüğü” gerekli ve anlamlı olmayan, hatta zaman zaman “tehlikeli” olabilen, dolayısıyla da her zaman “sınırlanması” gereken bir “olgu ve sorun” haline gelir.
bu durum, yaşanılan “ekonomik ve toplumsal sistem” ve o sistemde egemen kılınan “ideoloji” ne olursa olsun, eğer “sormak ve sorgulamak” çok istenen bir şey değilse daima “düşünce özgürlüğü” bir sorun olarak kalacaktır.
o yüzden de düşünmeyi olağan, doğal bir “davranış” ya da “alışkanlık” haline getirenler de hem kendileri, hem de insanlık adına “düşünce özgürlüğü uğruna mücadele etmeyi, gerekirse bu uğurda her yönden çok büyük bedeller ödemeyi bir görev haline getirmişlerdir. o yüzden de insanlığın gelişmesinin asıl “fail”i ve “sorumlusu” da onlardır.
tersi de doğrudur; insanlık eğer ilerlemesini ve gelişmesini durdurmuş ya da yavaşlatmış ise bunun “müsebbibi” de düşünmeyenler ve inancı düşünceye üstün tutanlardır.
işte bu yüzden bu ülkede ismail beşikçi, büşra ersanlı, ragıp zarakolu, pınar selek ve onlar gibi yüzlerce binlerce bilim, sanat ve düşün insanlarının yaşadıkları, bianet’in sürekli güncellediği “medya gözlem” raporları düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki “hal-i pür melali”mizi gösteren en somut kanıtlarıdır. böyle olsa da gerçek daima yürüyor, yürüyecek…

08/05/2012 Sendika.Org

Dışarıdaki Gazeteciler, hapisteki gazeteciler için yürüdü. KCK adı altında yürütülen operasyonlarda tutuklanan meslektaşları için yürüyen gazeteciler, Erdoğan’ın ve takipçilerinin gazetecilere yönelik “tasmalılar” hakaretine de sloganlarla yanıt verdi: “Tasma sizde, kelepçe bizde!”

Hakikati doğru zamanda dile getirmeye devam etmek için
“Susmayacağız! Ragıp Zarakolu’nu, Büşra Ersanlı’yı Zeynep Kuray’ı ve tutuklu 104 gazeteciyi savunduk, savunacağız” diyen Şık gazetecilere özgürlük mücadelesinin sürdüğünü söyledi:

“Odatv Davası’nı nasıl kararlılıkla takip ettik ve ediyorsak KCK Davası’nda da cüret edeceğiz. Hukuksuzluğu teşhir edeceğiz, gazeteciliği yükselteceğiz. 18 Haziran’da Odatv Davası’nda 10 Eylül’de KCK Davası’nda olacağız.”

“Ayrıca, hafta içi her gün 12.00’de “Gazeteci olduklarına tanığız” demek için Çağlayan Adliyesi’ndeyiz. Hakikati doğru zamanda dile getirmeye devam etmek için her zamanki gibi tasmalı gazetecilikten değil kelepçeli gazetecilikten taraf olacağız.”