Medyadaki Yazıları

10/02/2012 Bianet – Büşra Ersanlı

Tutuklandıktan sonra ilk okuduğum kitaplardan biriydi Temize Havale (Juli Zeh -2011 Metis).
Önsözün son cümlesiyle başlamak istiyorum. “Sağlıklı olmaya uğraşmayan bir insan hastalanmaz, o zaten hastadır.” (Ve hemen annemi hatırlıyorum ne denli bir disiplini vardı, sağlığını, dinamizmini korumak için.)

Sanki dünya hapishane olmuş! Üstüste seçtiğim kitaplar, ya suçlama, yargılama, karalama yoketmekle ilgili ya da benim dosyamda görebildiğim kadarıyla “delil”lerimle ilgili, yani ulusların kaderini tayin hakkı, özerklik, yerinden yönetim vb. ile ilgili.
Temize Havale kitabını Radikal Kitap ekinde gördüm; yazarı tanımıyordum ama nedense ilgimi çekti, ısmarlama listesine ekledim.
Sevgili Zeynep (Oral) birkaç istediğim kitabı yolladı, ve çok daha fazlasını, daha birkaç hafta geçmeden. Tam 38 kitap gönderdi, ne sevindik!..

05-07/11/2009 – Büşra Ersanlı

2009 yılının ikinci yarısında Türkiye’nin iktidardaki partisi bir “demokratik açılım” programına karar vermiştir. 2004 yılında ivme kazanan AB açılımının belki de yeterince “milli” bir açılım olmayacağı yönünde endişeler taşıyan iktidar partisi, yani Adalet ve Kalkınma Partisi “yerinden” bir açılım başlatmıştır. “Demokratik Açılım” süreci Avrupa Birliği adaylık sürecinden çok farklı bir anlam taşımaktadır. Bunun esası Kürt açılımıdır, zaten başta bu şekilde ifade edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından yepyeni bir döneme girişi dile getirmektedir bu deyim. Geçmişle yüzleşmeyi ifade etmektedir. Artık hangi hükümet olursa olsun bu konuda yüzleşmekten başka çare olmadığı yada bütün askeri/asayiş “çareleri”nin tükendiği, hatta çağımızda militer çarelerin felaketli sonuçları anlaşılmıştır. AB süreci her ne kadar bazı demokratikleşme girişimlerine neden olduysa da Kürt meselesinin seyri tüm TC vatandaşları için daha derin, daha felsefi bir gerçekliği gösterir. Ülkemizde on yıllardır süren bir şiddet olgusunun hem halk yönünden hem de iktidarı pekiştirmek isteyen hükümetler yönünden birçok engel yaratıyor olması bazı ilişkileri düzeltmek gereksinimini doğurmuştur…

09/08/2009 – Büşra Ersanlı

yumuk ve yumru dağlarda

hava nazar gibi temiz ve sert

pembe beyaz damarlı taşlarla…

Berraklık

Açılan ve kapanan dağ yumruları,

kapanırken sıyırtan insanlı hali,

açıyor kavrıyor itiyor yukarıya,

soldan açılırken sağdan kapanıyor ve

bazen sağlı sollu kapalı

yol bitmiş…

birden yine açıldı

pembe damarlı taşlarıyla yukarı doğru iteledi bizi.

Yerçekimi ile gök çekimi arasındayız.

Kadınız

kadınlarız…

30-31/05/2009 – Büşra Ersanlı

İfade etmek eyleminin başlıca nesnel aracı dildir. Özellikle anadil hakkı dilin paylaşılan toplumsal ve kültürel niteliği itibariyle sadece bireysel değil bir kolektif haktır, topluluk olarak, bir halk olarak varolma hakkıdır. Kürtçe’yi kullanmak bireysel bir hak olarak bile yıllarca yok sayılmış olduğu için güçlenen bir kolektif ifade özgürlüğü sorunu/talebi haline gelmiştir. Dolayısıyla Kürtçe’nin dil olarak bugünkü konumu şu aşamalı sorun alanlarını kapsamaktadır:

Kültürel aidiyeti ifade aracı olarak Kürtçe – anadilin savunması için, “ben varım” demek için, “kültürüm farklı” demek için “ana dilini devlet diliyle yok etmeyin” demek için; “okul dili”nin çocuklarda ve annelerde yarattığı yabancılaşmayı ortadan kaldırmak için; mutfağa, eve, mahalleye kapanan bir dili kurtarmak için… vurgulanan dil.
Kürtçe ders veren kız çocuk bence bu durumun en açık bir ifadesidir. Kültürel aidiyet aracı olarak dilin peşine düşmek bir onur mücadelesidir, ve esas olarak bireysel tecrübelerle açığa çıkmaktadır ama bir topluluğa işaret etmektedir.
Eğer devlet “karışmama” ilkesini uyguluyor olsaydı, aşırı karışma, aşırı müdahale konumunda olmasaydı o zaman bireysel tavırlar topluluk tavrına dönüşme gereksinimi duymaz ve bu potansiyel anadil açısından onuru kırılmamış olduğundan ülkenin iktisadi ve sosyal ortak ezilmişlikleriyle mücadelede kendisini gösterirdi.
Kısacası, hem negatif hakları hem de pozitif hakları gerçekleştirmek için mutlaka öncelikli olarak bir aidiyet etrafında topluluk olarak örgütlenmek ve hak aramak söz konusu olur, dünyanın her yerinde de böyle olmuştur. Ayrımcılığa karşı mücadele mutlaka toplu ifade gerektirir.
Anadil kullanımının eğitimle birlikte yürümemesi ve Kürtçe’nin kamu alanını kapsamaması özellikle yerel düzeyde belli bir kesimin özgür ifade olanağını daima kısıtlayacaktır. Anadilini iyi öğrenmeyen insanlar hiçbir zaman kendilerini güçlü ve güvenli bir biçimde ifade edemezler, kısacası diyaloga ve diyalogun gelişmiş biçimi olan siyaset yoluna etkili bir biçimde katılamazlar…