Hakkındaki Yazılar

11/04/2012 Radikal Gazetesi – Cüneyt Özdemir

Gelin görün ki konuştuğum cemaate yakın isim bunu bir ‘jest’ olarak görmüyor. Hatta konuştuğum aynı isim “Büşra Ersanlı’nın da cezaevinden çıkmasını ve serbest bırakılmasını istiyoruz, hatta kendisini cezaevinde ziyarete de gittim” diyor.
Madem hem hükümet rahatsız hem de cemaat, peki o zaman bu isimler neden tutuklandı? Bundan bir süre önce bu ve benzeri operasyonları düzenleyen isimlerden biri ile uzun bir sohbet gerçekleştirdim. KCK operasyonlarına bakışındaki derinlik beni şaşırttı; ancak en çok şaşırtan, Büşra Ersanlı ile ilgili yorumu oldu: “Bu tür büyük operasyonlarda onlarca polis çalışır. Hepsi dinlemelere, takiplere konsantredirler, önemli olan ilişkiler ağıdır, örgütün yapısıdır. İnanın, Büşra Ersanlı’yı aldığımızda kim olduğunu tam olarak bilmiyorduk. Tutuklamadan sonra kıyamet kopunca kim olduğunu anladık ancak artık olan olmuştu.”
Böyle bir şey mümkün mü, bu doğru olabilir mi? Emin değilim. Yine de eğer mümkünse ‘cemaat-camia-hareket’in (Yahu şuna tek bir isim bulmanın zamanı gelmedi mi?) yaptığı bu açıklamayı pekâlâ balans ayarı olarak yorumlayabiliriz.
Her kriz yeni bir fırsattır. Zarakolu çıktı, darısı Büşra Ersanlı ve binlerce KCK tutuklusunun başına!

10/04/2012 Murat Belge – Demokrat Haber

İki gazetecinin, Ahmet Şık ile Nedim Şener’in tutuklanması, son derece önemli bir davanın üstüne gölge düşürmüştü. Bir yıl gibi bir süre içeride kaldıktan sonra tahliye oldular. Ama o gölge orada durmaya devam ediyor.
KCK’nın aynı derecede önemli olduğunu söylemeyeceğim. Silivri’de yargılanan, “legalite” dışına çıkmış devlet; öteki Kürtler’in hakları için mücadelesi çerçevesinde kurulmuş bir şey. Doğrudur, eğridir, ama suç işleyen devletle kıyaslanabilir bir nesne değildir. “Demokratik açılım” diye bir girişimin telaffuz edilmesiyle KCK tutuklamalarının yoğunlaşması da bir tuhaf “rastlantı”.
Şimdi burada da, Büşra Ersanlı ile Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmaları olayı var. Bu iki tanınmış kişinin tutuklanması, ister istemez, ön plana çıkıyor. Ne olmuş, ne yapmışlar da tutuklanmışlar? Tutuklanmayı gerektirecek bir şey yapmayacaklarını ben şahsen biliyorum, çünkü ikisini de yıllardır tanıyorum…

29/12/2012 Ali Bulaç – Zaman Gazetesi

Özgür Gündem gazetesine bir aylık kapatma cezası verildi.

Kararın açıklandığı gün beni Dicle Haber Ajansı’ndan arayıp kapatmayla ilgili görüşlerimi sorduklarında bu kararın yanlış olduğunu, sadece ifade özgürlüğünü kısıtlamakla kalmayıp Kürt sorununa çözüm bulmanın en önemli mecrası olan toplumsal/kamusal müzakereye de zarar verdiğini söyledim. Bu görüşümü, katıldığım televizyon programlarında da dile getirdim.

Giderek daha geniş toplumsal kesimlerin rahatsızlık duymaya başladığı bir sürece giriyoruz. Eleştiri okları ister istemez hükümete yöneliyor. Tabii ki hükümet savcılara emir veriyor değildir. Savcılar önlerine gelen doneleri mevcut mevzuat açısından test ettiklerinde soruşturma açıyorlar, hakimler de savcıların iddialarını ciddi bulunca dava süreci başlamış olur.

Burada kim kusurlu belli değil gibi. Ortada mevzuat var ve söz konusu mevzuatın en can yakanı hiç şüphesiz Terörle Mücadele Kanunu’dur (TMK). Bu kanun gerçekten çoğu zaman haksız yere can yakıyor, zira hayatta eline silah almamış bir insanı yoruma göre kolayca “terörle ve terör örgütü”yle ilişkilendirmek mümkün. Ragıp Zarakolu, Büşra Ersanlı, Turan Özlü, Doğan Yurdakul gibi isimler “terör örgütüne üye olmak” suçuyla tutuklu bulunuyorlar. Hüküm giymiş olanlar içinde aynı suçtan yargılananlar olduğu gibi bizzat eylemlere katılanlar da var.

Tabii ki tutuklu ve hükümlülerin tümünü tanımıyoruz, savcıların da iddianamelerini ciddiye almak lazım. Ama objektif olarak ve dışarıdan baktığımda Zarakolu ve özellikle Büşra Ersanlı’nın “terör örgütüne üyelik” suçlamasıyla “terörist” sınıfına dahil edilmeleri bana büyük bir haksızlık geliyor. Yine Abdullah Öcalan’ın avukatlarının bir anda “terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla tutuklanmaları öyle garip bir şey. Yıllarca devlet görevlilerinin gözetiminde İmralı’da müvekkilleriyle görüşen, her görüşmeleri kayıt ve zapt altına alınan avukatların -havanın değişmesiyle- bir anda “terör örgütüne üye oldukları”nın keşfedilmesi hiç mantıklı değil…

13/03/2012 Radikal Gazetesi – Oral Çalışlar

Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’yu da hedef alan tutuklama dalgasının sürdüğü günlerdi… Gözaltılar genişliyor, “operasyoncu” dile yatkın gazete ve TV kanalları, polisten servis edildiği anlaşılan ve pek inandırıcı görünmeyen “belgeler” ve “iddialar” yayınlıyorlardı.
Bu gazeteleri okuyan, kanalları seyreden kitlenin büyük bir bölümünün zihninde, tutuklanan kişiler hakkında “Vay be, neler neler yapmışlar…” düşüncesi uyanıyordu muhtemelen. Neyle suçlandığını bilmeyen ve dosyaları kendilerine gösterilmeyen insanlar hakkında medyaya “belge”(?)ler servis ediliyor, tutuklama dalgalarına uygun bir psikolojik ortam yaratılıyordu…

12/03/2012 Milliyet Gazetesi – Aslı Aydıntaşbaş

Bu hafta üç kez Büşra’dan haber geldi! KCK soruşturması kapsamında son derece tartışmalı bir operasyonla gözaltına alınan akademisyen Büşra Ersanlı’dan söz ediyorum tabii.
Önce geçen hafta CHP İstanbul milletvekili Melda Onur, Büşra Hoca’yı Bakırköy kadın cezaevinde ziyaret etti. Moralinin çok iyi olduğunu, harıl harıl 8 Mart Kadınlar Günü kutlamalarına hazırlandığını anlattı. Aktardığı kadarıyla, Büşra Hoca hem kaldığı kadınlar koğuşunun neşe kaynağı olmuş, hem de beraberindeki tutuklu kadınlara siyaset bilgisi semineri veriyormuş. Ersanlı doktora tezini, Boğaziçi’nde Şerif Mardin’in talebesi olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile eş zamanlı yapmış değerli bir akademisyen. Ama düşünsenize ironiyi! Gözaltına alındığında verilen mazeret de BDP Siyaset Akademisinde ders vermiş olması değil miydi!
Radikal yazarı Koray Çalışkan da geçen hafta Büşra Hoca’yı ziyaret etmiş. Koray, Ersanlı’nın cezaevinde çok popüler olduğunu, açık görüş yapılan alandan içeri girdiği anda alkışlar koptuğunu ve tutuklu yakınlarının ona gidip sarıldığını anlattı. Kadınlar koğuşunda 8 Mart’ta bir tiyatro ve konser varmış. Ersanlı da o hafta ‘Kadın ve Siyaset’ üzerine bir seminer vermiş.
Bu hafta tesadüfen bir cenazede Fethullah Gülen cemaatine yakın Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan Erkam Tufan’a rastladım. Ersanlı, başörtüsü ve sivilleşme gibi konularda yıllardır demokrat tavır yakınmış biri olarak muhafazakâr camiada da takdir ediliyor. Tufan da Adalet Bakanlığı’ndan zar zor izin alıp Büşra Hoca’yı ziyaret etmiş. Moralinin iyi olduğunu söylüyor.
Ne garip memleket… Bir akademisyen tartışmalı bir operasyonla içeri atılıyor; medyada linç ediliyor; ardından herkes duruma isyan ediyor; Cumhurbaşkanı bile Ersanlı’yı soruyor; siyasi yelpazenin sağı da solu da ‘Olur mu!’ diyor ama bir giren bir daha kolay çıkamıyor…

“Masumiyet karinesi”nin tersten anlaşılmasına ilişkin yayımladığım çok eski tarihli olmayan bir yazıya şöyle başlamışım:

Bugüne kadar bu ülkede “masumiyet karinesi” kavramının tersten anlaşıldığına dair birkaç yazı yayımlamıştım. “Yeni gözaltılar” nedeniyle bu yöndeki kanaatim daha bir kuvvetlendi. Biliyorsunuz, bu karine “medeni” ülkelerin, yani “doğal durum”da yaşamayan dünyanın olmazsa olmazlarından birisidir. Bu dünyanın “a priori”si toplumu oluşturan bireylerin “masum” olduğunun ilanıdır.. Yani “Aksi ispat edilmedikçe herkes masumdur.” Çünkü “medeni” dünya tanımı gereği “masum olmayanlar”ın bir araya geldikleri dünya değildir. İnsanlar birbirlerinin “masum” olduklarını “a priori”, yani peşinen kabul ettikleri için “savaş”ın hakim olduğu “doğal durum”u terk etmiş ve medeni bir hayat tarzını benimsemişlerdir.
11/03/2012 Yeni Şafak Gazetesi – Kürşat Bumin

“Aksi ispat edilmedikçe her insan masumdur” ilkesinin tersinden okunması ise şöyledir: “Aksi ispat edilmedikçe hiç kimse masum değildir.” (!) Tersten okunan bu “ilke” de “doğal durum”un, “savaş”ın düsturudur.

Önceki gün Hazal Özvarış’ın Prof. Büşra Ersanlı ile (yazışma yoluyla) röportajını okurken “Masumiyet karinesinin tersten okunması”nının bir kere daha iyi bir örneği ile karşı karşıya olduğumuzu gördüm.

09/03/2012 Zeynep Oral – Cumhuriyet Gazetesi

TYS’NİN EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ PROF. BÜŞRA ERSANLI’DAN

Sevgili Okurlar,

Atina’yı yazmaya söz vermiştim, ama o biraz bekleyecek… Dünkü (8 Mart) gazetemiz beni öyle sevindirdi ki, bu coşkuyu sürdürmeye karar verdim. Önce bir girizgâh:

Bundan 10 yıl önce, 32 yıl kesintisiz çalıştığım Milliyet gazetesinden kovulduğumu internet aracılığıyla öğrendiğimde, günlerden 28 Şubat’tı… Aynı durumda üç kadın gazeteciydik: Duygu Asena, Nilgün Cerrahoğlu ve ben… 8 Mart’a birkaç gün kala meslektaşımız Şükran Soner’den bir telefon: Cumhuriyet gazetesi işini kaybetmiş kadın gazetecilere sayfalarını açacaktı… Bizleri görmeliydiniz! Sesimize, gözümüze, yüreğimize, zihnimize, tüm duygularımıza yeniden kavuşmuş gibiydik… Hiç unutmadım!

Bu yıl, “Cumhuriyet”in kadın çalışanları 8 Mart’ta, yazma olanağı ellerinden alınmış, malum nedenlerle işsiz kalmış, hapse tıkılmış kadın yazar ve gazetecilerden yazı istemeye karar verdik. Dün Ece Temelkuran’ın “Seni Bekliyor” başlıklı enfes yazısını okudunuz. Banu Güven, kadınlar günü nedeniyle çok yoğun; Nuray Mert, kararsızdı; Büşra Ersanlı, Ayşe Berktay, Zeynep Kuray’ın yazılarının elimize ulaşması ise hapishane koşulları nedeniyle biraz zaman alacak… Onları bekliyoruz:

08/03/2012 Büşra Ersanlı

Türkiye Yazarlar Sendikası’nın gelenekselleşen 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Bildirisi’ni bu yıl, altı aydır özgürlüğünden yoksun bir aydın yazdı.

8 MART BİLDİRİSİ / Prof Dr. Büşra Ersanlı

Yine, yeniden düşünüyoruz…

Doğuran kadın, emziren kadın, pişiren kadın, paylaştıran kadın, toplayan temizleyen kadın, hasta bakan, yaşlı bakan kadın, her şeyi zamanında yetiştiren kadın, onaran koruyan kadın, evdeki kayıtsız gizli emek üstüne tarlada da gizli emek veren kadın, fabrikada, okulda, iş yerinde düşük ücretle çalıştırılan kadın, biriktiren yine kadın ama…

07/03/2012 Hazal Özvarış-T24

128 gündür Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde tutuklu bulunan Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile mektup söyleşi:

İddianameyi beklerken 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne “Artık 5 koğuşa sığmıyoruz” dediği cezaevinde giren Prof. Ersanlı’nın t24.com.tr’ye verdiği cevapları birlikte okuyalım:

‘Canlı ve neşeliyim. Sebebi çok basit…’

– Sizinle görüşenler, “canlı ve neşeli” olduğunuzu dile getiriyor. Nasılsınız? Cezaevi günleriniz nasıl geçiyor?

Evet, canlı ve neşeliyim. Sebebi çok basit: Mağduriyet pozisyonunu sevmem. Düşünceli ve üzgün görüntü bazılarını üzer, bazılarını sevindirir. Beni sevenleri üzmek istemem, bana haksızlık yapanları da sevindirmek istemem. Çaresizlik hissi insanın çalışmasını ve eğlenmesini, hayattan zevk almasını önler. Benim direniş üslubum sürekli çaresizlikten uzak durmaktır.

Cezaevinde okuyorum, yazıyorum. Dışarıda okuma fırsatı bulamadıklarımı öncelikle okuyorum. Burada 28 kişiyiz. Haftada 2 gün siyaset bilimi dersleri veriyorum: Türkiye’de Siyasal Kültür, Siyasal Sistem ve Kadın, Siyasal İdeolojiLER…